Uykumu çarmıha gerdi sorular
çoğalır fikrimin tedirginliği
Eğitim Bir-Sen Afyonkarahisar 1’nolu şube tarafından düzenlenen ve Afyonkarahisar Rehberlik Araştırma Merkezinde yapılan “ Vefatının 15.yılında Mehmet Akif İnan “ konulu Konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Kenan Çağan, dinleyenlere unutulmaz bir bilgi ziyafeti çekti.
Eğitim Bir-Sen Afyonkarahisar 1’nolu şube tarafından organize edilen ve Afyonkarahisar Rehberlik Araştırma Merkezinde yapılan “ Vefatının 15.yılında Mehmet Akif İnan “ konulu konferans düzenlendi. Eğitim Bir-Sen Afyonkarahisar 1’nolu Şube Kadınlar Komisyonu Başkanı Esma Karakaş’ın açılış konuşmasının ardından Sosyal Bilimler Lisesi öğrencilerinden Seda Kuru, sendikamız üyelerinden Gazlıgöl Ortaokulu Öğretmeni Ömer Faruk Tuncer, Afyonkarahisar Anadolu İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni Bahatin Akyüz ve Afyon Lisesi Edebiyat Öğretmeni Aydın Özdemir M.Akikif İnan Şiirleri okudu.
Konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Kenan Çağan, Akif İnan’ın, Doğduğu zamanki Türkiye şartlarından, yetiştiği çevreden, fikir ve duygu bakımından beslendiği kaynaklardan, aydınlara bakışından, medeniyet tasavvurundan, mücadeleci kişiliğinden ve sendikacılığa bakışında söz ederek dinleyenler unutulmaz bir bilgi ziyafeti çekti. Prof . Dr. Sayın Kenan Çağan hocamız konuşmalarını şöyle sürdürdü:
Akif İnan edebiyat ve yazı çevrelerinde yaygın olarak şair kimliğiyle bilinirlik kazanmıştır. Nitekim az sayıdaki şiir kitabına ve şiirlerine rağmen edebiyat camiasında daha çok şair olarak bilindiğini, buna karşın düşünce kitapları, eserleri içerisinde daha büyük bir toplama karşılık gelmesine rağmen, bir yazı ve düşünce adamı olarak öne çıkmadığı rahatlıkla tespit edilebilir. Yine de şairlik onun kimliğinin yegane parçası değildir. En az şairliği kadar, yazarlığı ve aksiyoner kimliğiyle de tanınmış ve bilinmiş bir isimdir. Özellikle yaşamının yaklaşık son on yılını dolduran temel uğraşısı olan sendikacılığı, aksiyonerliğinin bir parçası olarak ele alınmalı ve en az teori kadar toplumsal pratiğe yönelmiş bir inanç adamının yaşam poetikasının doğal bir tezahürü olarak okunmalıdır. Dolayısıyla Akif İnan’ın farklı kamuoylarında kimliğinin farklı yönleriyle öne çıkıp, bilindiğini ifade etmek gerekir.
Akif İnan kadim bir düşünce geleneği olan İslami düşüncenin yirminci yüzyıldaki devamcılarından birisidir. İslami düşüncenin ondokuzuncu yüzyılda edindiği yeni form İslamcılık olarak adlandırılmış ve İslamcılık o günden bu güne önemli gelişme göstermiştir. İslamcılık onlarca ismin katkılarıyla yirminci yüzyılda da varlığını sürdürmüş ve eşsiz potansiyeliyle yirmibirinci yüzyıla da kendini taşıma becerisi gösterebilmiş dinamik ve üretken bir fikir akımıdır. İslamcılık, İslami düşüncenin modernliği okuma biçimi; müslümanların fikri anlamda modern çağda kendilerini yeniden var etme deneyiminin adıdır.
…
Akif İnan’ı edebiyat uğraşılarıyla öne çıkan İslamcıların yirminci yüzyıldaki son halkası içinde anabiliriz. Aslında söz konusu isimlerin kimi zaman fiili kimi zaman da birbirleriyle zimni bir irtibatları hep olagelmiştir. Cumhuriyet dönemi İslamcı/edebiyatçı kuşağını önceki İslamcı/edebiyatçı kuşaklarla dolaylı olarak irtibatlandırmak mümkünken, buna karşın aynı dönem içindekilerin doğrudan bir temaslarından da bahsetmek daha doğrudur. Örneğin Necip Fazıl’ı Mehmet Akif’in bir devamcısı saymak hem mümkün ve hem de doğru iken, yine de aralarındaki devamlılık ilişkisinin bir dolaylılık ilişkisi olduğu açıktır. Ancak buna karşın örneğin bir Sezai Karakoç’u ya da bir Nuri Pakdil’i Necip Fazıl’ın devamcıları saymak da yine benzer bir biçimde doğrudur. Ancak bunlar arasındaki ilişki öncekilerden farklı olarak; uzun yıllara cari fiili bir temasla şekillenmiş bir ilişki olagelmiştir. Benzer bir biçimde sonraki kuşaklarla Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil arasında da hep doğrudan bir ilişki olmuştur. Etkili karakterleri ve kapsamlı formasyonlarıyla ve kendi düşüncelerini ekolleştirdikleri yerler olan dergileriyle, genç kuşakları etraflarında toplayan bu isimler, zaman içerisinde bu gençlerin yetişmelerine, bağımsız bir düşünce ve edebiyat adamı olarak varlık bulmalarına büyük katkı sağlamışlardır.
Akif İnan ve yakın arkadaşları olan Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu ve Alaeddin Özdenören gibi isimler bahsi geçen isimlerin yanında; yani Sezai Karakoç’un ve Nuri Pakdil’in yanında bizzat bulunmuşlar/tedris görmüşler, uzun yıllara yayılmış bir dava dostluğunu, edebiyat ve düşünce etkinlikleriyle şekillendirmişlerdir. Akif İnan ve yakın arkadaşlarının Necip Fazıl’la da doğrudan temasları vardır. Hatta ilk tedrislerini, sonradan kendilerine abilik ve üstatlık edecek olan Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil’le beraber, Necip Fazıl’ın yanında almışlardır. Hem Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su hem Sezai Karakoç’un Diriliş’i hem de Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi Akif İnan gibi isimlerin içinde yetiştiği bir düşünce okulu hüviyetinde olmuşlardır. Bunlar sadece popüler ve aktüel içerikli edebiyat dergileri olarak gözükseler de, aslında Cumhuriyet döneminin zor koşullarında baskılanmış ve mahkum edilmiş İslam düşüncesinin mücadelesinin verildiği entelektüel mevziler olmuşlardır.
…
Aydın meselesi Akif İnan’ın yazılarında büyük yer tutar. Çünkü Türk toplumunun yaşadığı büyük medeniyet krizinin nedeni de aydınlardır. Aydınlar askeri ve ekonomik anlamda tıkanan İmparatorluğun önünü açmak bahanesiyle Batı medeniyetini toplumun başına bela edenlerdir. Dolayısıyla yaşanan medeniyet krizi aslında bir aydınlar krizidir. Bir başka ifadeyle medeniyet bunalımı yaşayan toplumun kendisi değil aydınlardır. Batı karşısında çaresizliğe düşen, apışıp kalan, yolunu şaşıran, tereddüt yaşayan, inanç sarsıntısı geçiren, içinden çıkamadığı, altından kalkamadığı sorunlarla karşı karşıya kalan aydınlardır. Aydınları bunalıma yönelten bu durum, onlara bir iç dalgalanması yaşatmış, onları bunalıma sokmuş, sara nöbetleri görmelerine neden olmuştur. Aydınlar kendi yaşadıkları içsel krizi topluma teşmil etmişler ve sonuç olarak kendi yaşadıkları krizi topluma da yaymışlardır. Ancak her şeye rağmen halk, aydınların yıkımına karşı sessiz de olsa bir iç görü ve el yordamıyla direniş göstermiş, mümkün olduğunca da tamire çalışmıştır. Bunun açık göstergesi aydınların imha etmeye yöneldiği İslam’ı, halkın her zaman yaşamaya ve yaşatmaya çalışmış olmasıdır. Bu yüzden Türkiye’de aydın geçinenlerle halk hiçbir zaman tam manasıyla bütünleşememiştir. Halk bu sahte aydını hep kendine yabancı hissetmiştir (İnan, 2009a: 157).
…
Akif İnan (2009a: 199) kendi aydın anlayışını şu şekilde ortaya koyuyor: “Gerçek aydın okullar okumuş, şu veya bu alanda yetişmiş kimseler değil, onlarla birlikte ayrıca ve belki en başta, yurt ve dünya meselelerini içinde bulunduran, uygarlık ve kültür meseleleriyle de meşgul, hatta fikir sahibi, düşünce ve sanat ürünleriyle ilgili olan kişilerdir.” Yine ona göre “gerçek aydın, tabuları, önyargıları ayağının altına alandır. Gerçek aydın; ilim, bilgi diye kendisine, topluma yutturulan tabusal şartlamaları, önyargıları çiğneyendir. Tartışmaya, dinlemeye açık olandır. Düşünce ortamına vurulmak istenen prangaları parçalayandır. Karşısındakileri dinleyen, onlara konuşma hakkı tanıyandır. Kendi düşüncelerinde yanlışlıklar olacağına ihtimal verendir” (İnan, 2009a: 201). Akif İnan (2009b: 231) aydını topluma karşı sorumluluğu olan, topluma rehberlik edecek bir kişi olarak tanımlar. Ona göre aydın toplumun bir anlamda ‘eli, dili, ayağı’dir. Yine o aydını haksızlıklar karşısında susmayan, her koşulda hakkı seslendiren biri olarak görür. Aydın bu sorumluluklarını ise bilgi ve bilinçle gerçekleştirecektir. Tarih bilgisi aydına muhakeme yapmada engin bir imkân tanıyacaktır. Aydın tarih bilmeli, sanatla ilgili olmalı, kendi medeniyetinin ve kültürünün derin bilgisine sahip olmalıdır (İnan, 2009d: 35). Erol Güngör’ün (1996: 254) ifadesiyle aydın, gördüğü şeyler arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurarak, sıradan insanın dar ve yüzeysel dünyasının ötesinde objektif gerçeğe ulaşmaya çalışan, isbat ve tahkik tavrını benimsemiş adamdır.
…
Akif İnan’ın gerçek aydınlar kategorisi ise Müslüman/İslamcı aydınları ihtiva eder. Çünkü onlar yerlidirler; İslam inancına sahiptirler ve toplum ve tarih tasavvurları İslam inancına dayanır. Akif İnan’a göre bunları pürhalde ne Tanzimat döneminde ne de Meşrutiyet döneminde bulabiliriz. Ama yine de özellikle Meşrutiyet dönemi İslamcıları bazı kafa karışıklıklarına sahip olsalar da; örneğin bunların büyük bir kısmı batılılaşmanın gereğine inanmış olsalar da; yani ‘ruh-ı İslam’ı koruyarak kapıları batıya açmanın gereğine inansalar da, en nihayetinde İslam inancından sapmama konusunda titizlik içindeydiler. Dahası batının manevi değerlerine de olumlu bakmıyorlardı. Ama en nihayetinde Meşrutiyet dönemi İslamcıları belli düzeyde İslam’la Batı arasında bir sentez arayışındaydılar. Akif İnan’a (2009a: 123) göre bütün olumsuz (sentezci) taraflarına rağmen, “gittikçe azgınlaşan batıcılığa ve öteki akımlara karşı, hem en soylu mücadeleyi veren hem de adeta İslam’ın düzen olarak vaazını, daha doğrusu savunmasını bir hayli tutarlı bir biçimde ilk defa yapmaya kalkan” bir nesildir bunlar. Yine Akif İnan’a göre bunlar batıyı bugünküler kadar çok tanımamış olsalar da, bilgi birikimi ve terbiye açsından sonraki kuşak İslamcılardan öndeydiler.
…
Akif İnan (2012b: 133) bu iki İslamcı tavrı sunduktan sonra Mehmet Akif Ersoy’u fazlasıyla çağrıştıran kendi tavrını ve düşüncesini şöyle ortaya koyuyor: “Çağımıza İslam’ı yeni baştan sunmamız gerekmektedir. Özellikle son yüzyıllarımızın savunulacak önemli bir yanı yoktur, kalmamıştır. İslam’ı olanca cazibesiyle asrın verilerini kullanarak yeniden gündeme getirmeliyiz. Batının, küfrün saldırılarını iptal etmenin de yolu budur, kendi kurtuluşumuzun da! Çağın bütün bilgilerini, fennini, tekniğini, İslam hakikatinin yorumuna ve ilanına vesile yapmalıyız.”
…
Netice-i kelam; nedense bu yazı boyunca, Akif İnan’ı yazarken, aklımda hep Mehmet Akif belirdi. Yazının konusu bu olmasa bile aralarında bir yakınlık hissettim durdum. Benzer tarafları birden çoktu; ama ben en çok samimiyetlerini benzeştirdim. Zira;
sizce de ‘Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım’ diyen adamla ‘Bir çılgınlık bulsam kurtulsam yahut’ diyen adam arasında bir duygu yakınlığı yok mu?